Türk siyasi tarihinin en karanlık ve hâlâ aydınlanmamış döneminin
Susurluk süreci olduğu net bir şekilde görülür. 1923''te ilan edilen
Cumhuriyet''in aslında ne olduğunu gösteren net bir fotoğraftı Susurluk.
Devletin kilit noktalarında görev yapan bürokratlar mebzul miktarda
maksatlarını aşmışlar ve hukuku kendileri belirlemeye başlamışlardı.
Emniyet görevlileri, jandarma, asker kendi bildiğini okuyordu. Siyaset
figürasyon görevi görüyor ya da askerlerin emrinde çalışıyordu. Abartı
gibi düşünebilirsiniz ama asla değil. 28 Şubat''ın perde arkasındaki
ilişkiler siyasetin, asli görevini bırakıp devleti kendi istedikleri
yöne çekmek isteyenlere hizmet ettiğini görecektir. Bu yüzden hâlâ
çözmediğimiz Kürt sorununun belki de en kördüğüm olduğu noktaydı
1990''lı yıllar.
Ortaya çıkan tabloda Susurluk süreci ve Kutlu Savaş''ın yazdığı rapor
devletin serencamını gözler önüne serdi. Mafya, bürokrasi, siyaset,
asker, yerel yöneticiler, işadamları bir araya gelmişler, Türkiye''yi
çıkmaz sokaklara götürmüşlerdi.
Susurluk tam olarak aydınlatılmış bir dönem değildir. Evet, Kutlu
Savaş''ın raporu bazı ilişkileri ortaya koyuyor ama arka planda ne
olduğu, kimlerim kimlerle nasıl ilişkiler kurduğu çözülemedi. Aslında
devletin kullandığı ya da görev verdiği (!) bazı isimler üzerinden iz
sürülse daha çabuk neticeler alınabilir. Bu isimlerin en meşhuru
Abdullah Çatlı''dır. Çatlı belki öldüğü için hakkında çok muamma var.
Çatlı''nın devlete çalıştığından şüphemiz yok. Ama hangi devlete?
Yedi TİP''linin öldürülmesine adı karışan birinin bir türlü
yakalanamaması, daha sonra elini kolunu sallaya sallaya yurtdışına
çıkması kimin eseri olabilir? Bir dönem MİT Marmara Bölge Başkanlığı
yapan Nuri Gündeş''in Çatlı için "devlete hizmetleri olduğunu" ifade
etmesi de işin ayrı bir boyutu. O zaman akla şu soru geliyor? Abdullah
Çatlı kimin kontrolündeydi?
1970''lerin sonları ve 1980''lerin başında hem Emniyet hem de MİT''e
çalıştığı anlaşılıyor. 1970''lerde devletin düşmanı içeride olduğu için
Çatlı buradaki operasyonlarda kullanılıyordu. 1980''lerde ASALA meselesi
baş gösterince bu sefer MİT ona dışarıda görevler verdi. 1990''lada
konsept tamamen değişti. Çatlı bu sefer tıpkı Yeşil gibi PKK ile
mücadelede devletin "aktif" elemanı oldu. Yeşil Güneydoğu''da bildiğini
okurken, Çatlı büyükşehirlerde kendisine verilen görevi ifa ediyordu.
Burada sorulması gereken soru şu: 1990''larda Çatlı''yı Emniyet kanadına
binaen Mehmet Ağar mı, yoksa MİT adına Mehmet Eymür mü yönlendiriyordu?
Ya da Çatlı bu iki isim arasında çıkan çatışmanın harcanan ismi mi
olmuştu? Devlet Çatlı''yı hangi işlerinde kullanmıştı?
Ömer Lütfi Topal''ın öldürülmesine adı karıştığı biliniyor. PKK''yla
bağlantısı olduğu iddia edilen Kürt işadamlarına yönelik infazlarda işin
içinde olduğu da söyleniyor. Ayrıca Çatlı''nın siyasilerle de
bağlantısı olduğu hep konuşuldu. Kendisiyle ilgili mahkeme ve
Yargıtay''daki dosyalarının akıbetini dönemin bazı ANAP''lı
siyasetçilerini devreye sokarak öğrenmeye çalıştığı da hep
dillendirildi.
Yani Abdullah Çatlı asla saklanan, gizlenen biri değildi. Yeri geliyor
Ankara''ya, yeri geliyor İstanbul''a ya da canı nereye istiyorsa oraya
gidiyordu. Bir nevi dokunulmazlığı vardı. Hakkında bu kadar çok şey
söylenip hakkında az şey bilinen biridir Çatlı.
Bugün gelinen noktada devlet Ergenekon, Balyoz gibi can alıcı darbe
davalarının üzerine gidiyor. Kendilerini devletin sahibi zanneden
zihniyetin tezahürüdür bu davalar. Ancak özellikle 2002 sonrası AK
Parti''ye yönelik kirli operasyonların amacının ne olduğunu anlamak için
Susurluk sürecinin aydınlatılması şart. Bu darbe davalarıyla darbeci
klik bir miktar etkisiz hale getirildiyse de henüz sonlanmış değildir.
Bu yapı devlet içinde çok güçlüdür. Oluşacak en küçük bir
istikrasızlıkta ölü hücrelerin uyanması gibi yeniden harekete
geçeceğinden kimsenin şüphesi olmasın.
O yüzden Abdullah Çatlı''nın ilişkileri, bağlantıları, telefon
görüşmeleri ve hatta varsa devletten aldığı ödenekler tek tek tespit
edilmelidir. Çürümüş ya da yozlaşmış zihniyet sorgulanmazsa bunlar yarın
sorun olarak hükümetin önüne gelecektir. Tıpkı Çatlı gibi Tarık Ümit de
bu sürecin kilit isimlerindendi. Amca Cemalettin Ümit''in, yeğeni
Tarık_Ümit''in kaybolması üzerine açılan soruşturmayı Ergenekon tutuklu
sanığı emekli Tuğgeneral Veli Küçük''ün kapattığını, hazırlanan raporu
da yok ettiğini söylediğini unutmayalım. Cemalettin Ümit, "Tarık''ın
arabası Çerkezköy jandarma bölgesinde bulunduğundan dolayı, soruşturmayı
Ahmet Altıntaş diye bir jandarma istihbarat astsubayı yürüttü. Çok
ciddi çalışmaları oldu. İşin sonuna gelmiş, konuyu çözmüştü. Olayın
faili olarak tespit ettiği insanları gözetim altına aldı. Derhal
Ankara''ya haber uçtu. Kısa bir süre sonra bunları bırakması için emir
geldi ve bıraktılar. Altıntaş''ı arayıp ''elindekileri bırak'' diyen de
Veli Küçük''tü. Soruşturma sonucunda hazırlanan rapor da yok edildi"
açıklamalarında da bulunmuştu.
Dün gazetemiz Yenişafak''ta Ali Bayramoğlu Susurluk süreciyle ilgili
şunları yazıyordu. "Devleti her koşulda korumak, devlet faaliyetlerini
her koşulda doğrulamak yerleşik zihniyetin temel taşlarından birisini
oluşturduğu sürece böyle kalmaya devam edecektir.
Türk kamuoyu JİTEM''in iç yüzünü öğrenememiştir. Türk kamuoyu Binbaşı
Cem Ersever''in faaliyetleri ve nasıl öldürüldüğünü, Yeşil''e ne
olduğunu bilmemektedir.
JİTEM''le ilgili yüzlerce kanıt, resmi evrak ortada dolaşırken,
Yeşil''in telefonla Jandarma birimlerini ve JİTEM''i yüzlerce kere
aradığına ilişkin kayıtlar mahkeme dosyalarını doldururken, resmi
kurumlar hâlâ böyle bir kurumun olmadığını söylemektedir."
Eğer meseleler halının altına süpürülürse, yarın bir gün hepsi gün
yüzüne çıkmaya başlar. Bizdeki yargı nedense Susurluk sürecine pek
itibar etmiyor. Çatlı''dan başlayıp Korkut Eken''e, Cem Ersever''den
Mehmet Ağar''a, Arif Doğan''dan Tarık Ümit''e ve böyle birçok ismin izi
sürülse birçok şey açığa çıkacaktır. Karanlıkta hiçbir şey kalmasın
isteniyorsa, bu sürecin iyice ayıklanması gerekir. Yoksa ummadık taş
sonra herkesin başını yarar.
0 commentaires:
Post a Comment