Osmanlı'da Din ve Siyaset
“İlim adamı” kimliğini hakkıyla taşıyan (bazılarında yama gibi
duruyor) bir dostum aradı geçenlerde. Dedi ki: “Bazı siyaset önderleri,
ilim adamlarının siyasi liderlere kayıtsız şartsız itaat etmesini
istiyor. İtiraz vaki olduğunda ise Fatih Sultan Mehmed’in hocalarını
örnek gösteriyorlar. Sahiden Fatih’in hocaları kayıtsız-şartsız Fatih’e
itaat mı ediyorlardı?”
Sevgili dostuma kestirme bir cevap verdim: “Hayır! Öyle olsaydı din
siyasallaşır, siyasallaştığı ölçüde, diğer dinlere mensup olanlara baskı
aracına dönüşür, o taktirde de vatan sathında zulüm kol gezerdi.
Halbuki, Türk düşmanı kimi Avrupalı gezgin ve tarihçilerin itiraflarıyla
da sabit ki, Osmanlı Devleti tüm dinleri ve dindarları kapsayan bir
infak (yardım) ve şefkat devletiydi.”
Osmanlı’nın yönetim şemasında ilim (ilim adamı) “merkez kuvvet”dir.
Başta padişah olmak üzere, sivil ya da asker tüm diğer kuvvetler “merkez
kuvvet”i temsil edenlerin çevresinde bütünlenmişlerdir. Bu konuda çok
örnek var, ama ben sadece Yıldırım Bayezit’den, Fatih’den ve Yavuz’dan
birer örnek vereceğim.
Yıldırım’dan örnek: Yıldırım Bayezid’in mahkemeye gidip şahitlik
etmesi gerekmişti. Tarihçi Osmanzade Taib’in “Hadikatüs-Salatin” isimli
eserine göre, Bursa Kadısı Mevlana Şemsüddin Fenari (Emir Sultan)
Padişah’ın şahitliğini şu cümle ile reddetti: “Terk-i cemaat bais-i cerh
idüğün şuyu bulmağılen eday-ı şehadetün caiz değildür.” (Namazlarını
cemaatle kılmadığın söylendiğinden şahitliğini kabul etmiyorum)
Fatih’den örnek: Fetih sonrasının ilk ramazanında, Padişah,
hocalarıyla üst düzey yöneticileri iftara çağırmıştı. Onlara o denli
saygı duyuyordu ki, Bizans sarayından (Valekerna Sarayı) eline geçen
altın sahanları, tasları, kaşıkları sofraya koydurmuştu. İftar okundu.
Herkes sofraya oturdu. En yaşlıları Molla Gürani idi ve geleneklere göre
önce onun yemeğe başlaması gerekiyordu. Fakat Hoca kaşlarını çatmış
kıpırtısız oturuyor, elindeki tespihten sanki “lahavle” çekiyordu. Bir
zaman beklediler. Açlıktan midesi kazınan genç Padişah’ın sonunda sabrı
taştı: “Efendi Hazretleri, soframızda haram lokma bulunmaz, buyurunuz,
taam edelim (yiyelim).” Molla Gürani hışımla Padişah’a döndü: “Ümmete
haram olan sana helal mı?” diye bağırdı, “sen kime özeniyorsun?
Peygamber’ine özeniyorsan, bil ki, onun sofrasında altın taslar yoktu;
Bizans İmparatoru’na özeniyorsan, bil ki, Bizans’ı bu gösteriş, gurur ve
debdebe batırdı.” Fatih kıpkırmızı oldu. Özür dileyip sofradaki altın
kapların kaldırılmasını emretti. Ancak ondan sonra Molla Gürani, Molla
Hüsrev, Molla Zeyrek, Molla Hayrüddin, Molla Ayas, Molla Siracüddin,
İbni Temcid, Molla Abdülkadir Hamidi, Lala Zağanos Paşa ve Ak Şemsüddin
huzur içinde iftar ettiler.
Yavuz’dan örnek: Yavuz Sultan Selim, ani karar veren ve kararını
hemen uygulamaya koyan öfkesi burnunda bir padişahtı. Bir gün kimi
gayrimüslimlerin çeteler kurup İstanbul’u haraca kestiklerini, esnafa
“el aman” dedirttiklerini öğrenmesiyle Sadrazam’ı çağırıp sert bir emir
vermesi bir oldu: “Tiz hepsine İslam telkin edin, Müslüman olmayanların
kellesini urun!” Sadrazam itiraz edemedi, çünkü Padişah öfke soluyordu.
Bunu çözse çözse Şeyhülislam Zembilli Ali Cemali Efendi çözerdi. Ona
koştu. Şeyh Efendi sokağa nadir çıkan, kendisinden istenilen fetvaları
bile bir zembille pencereden sarkıtan, tüm zamanlarını okuyup yazmayla
geçiren bir alimdi. Hışımla saraya gitti. Padişah’ın huzuruna girer
girmez de sordu: “Böyle iken böyle bir emir verdun mi?” “Verdimse ne
lazım gelir?” diye sertlendi, Yavuz. “Dinimizde cebir yoktur” diye
kükredi Şeyh, “Atanız Fatih Sultan da böylece amel etmiş ve Rumları
inançlarında serbest bırakmıştır.” Yavuz bunu önce hazmedemedi: “Dikkat
et Efendi” dedi, “artık devlet işlerine de karışmaya başladın.” Cevaba
dikkat: “Senin ve devletinin selameti içün dünyana karışırsam ne olmak
ihtimali vardur? Sana Kur’an’ın yolunu gösteriyorum, dinlemezsen
hakkunda fetva veririm” Padişahı azletmekle (görevden almakla) tehdit
ediyordu. Zaten böyle bir yetkisi de vardı. O yetkiye dayanıyordu.
Osmanlı Devleti’nde kimin kime tabi olduğu çok açık değil mi? Padişah (siyaset) ilme (ve ilim adamına) tabi idi.
0 commentaires:
Post a Comment