AVRUPA’NIN GELECEĞİNDE BİZ DE OLACAĞIZ
Avrupa’da biz her zaman vardık. Avrupa’nın tarihi ile bizim
tarihimiz birçok defa kesişti. Toplumların ve milletlerin yolları daîma
birbirine çok yakındı. Avrupa’da ve Avrupa için imzalanan çoğu barış
anlaşmasında, savaşta da, biz vardık. Müziğinde de, mutfağında da. Lisânında
da, masallarında da.
O nedenle üzerinde tartışılması gereken konu “Avrupa’nın
geleceğinde Türkiye’nin yerinin bulunup bulunmadığı” değil, “Türkiye’nin
Avrupa’nın geleceğinde ne kadar yer tutacağı”...
Bu sorunun yanıtı ise muhakkak, “Türkiye’nin geleceğinde
Avrupa’nın ne kadar yer tutacağı” ile ilgili...
Avrupa Birliği bugünlerde tarihinin belki de en zor, en
belirsiz, en karışık dönemlerinden birini yaşıyor. Avrupa Birliği etkileri bir
yandan 2004 Mayıs'ında birliğe üye olacak yeni 10 üyeyi nasıl içlerine
sindirebileceklerini düşünürlerken diğer yandan da bu yeni 10 üyeden biri olan
Polonya'yı nasıl dizginleyebileceklerini tartışıyorlar. Geçtiğimiz haftalarda
Brüksel'de yapılan Avrupa Birliği zirvesinde birliğin nüfuslar açısından daha
büyük devletlerin alınacak kararlarda daha çok oy hakkına sahip olması
istenmişti. İspanya ve özellikle Polonya buna karşı çıkınca işler karıştı.
Hazırlanmakta olan Avrupa Birliği anayasası tehlikeye girdi.
Kendini birliğe yeni üye olacak 10 devletin lideri gibi gören Polonya'nın
Başbakanı sinirlenip toplantıyı, zirveyi terkedince de her şey bir anda
kilitlendi. Şimdi herkes bu tıkanıklığın nasıl aşılabileceğini tartışıyor.
Tabii Avrupa Birliği içindeki bütün bu gelişmeler Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne
üyelik sürecini de etkileyebilecek.
İki yıldır üzerinde çalışılan Avrupa Birliği anayasası
konusunda bir türlü tam bir uzlaşma sağlanamıyor. Avrupa Birliği devletleri
2004 Mayıs'ında birliğe yeni katılacak 10 üye nedeniyle oy hakkı meselesini
yeniden düzenlemek istiyorlar ama başarılı olamıyorlar. Görüşmeler şu anda
tıkanmış durumda.
Avrupa Birliği hayatî önem taşıyan anayasa konusunda görüş
birliğini sağlayamıyor. Daha kötüsü anayasa konusu bütün üyeler için bir koz
hâline gelirken, bütün diğer konularda uzlaşmanın ve uzlaşmamanın anahtarı
hâlini alıyor.
Şâyet anayasanın “bir arada yaşamın temel belgesi“ olduğu da
düşünülürse, anayasada uzlaşamama bir ortaklığın kurulamayacağının da işâreti
olarak kabûl edilebilir.
Bilhassa kendi anayasasını Avrupa Birliği'ne dayatmakla
suçlanan Almanya, Avrupa idealinin sadece Almanya’nın çıkarlarını
kovalayabilmek için dönemin şartlarına uygun ürettiği bir formül olduğunu
savunanların sayısı artıyor.
Bununla beraber Almanya bugün, Avrupa Birliği'nin hamisi
olduğu dönemde yaşadığını, 1980'li yıllara damgasını vuran, ekonomideki büyük
sıçrayışını bugün sürdüremiyor. Almanya’nın iktisadî kriz yaşadığı gerçeği bir
yana, Avrupalı birçok devletin de, Avrupa Birliği üyeliğinden dolayı, kendisini
görülebilir gelecekte “Avrupa Birleşik Devletleri’nin bir eyâleti“ ve daha önemisi
“trans-atlantik gerginlikte kaybedecek kutbun bir parçası“ olarak görmek
istemiyor.
Büyük tartışmalara ve uyumsuzluklara yol açan anayasa,
Avrupa Birliği içn çok önemli. Çünkü Avrupa Birliği’nin müktesebatı ve ortak
politikaları birçok üye devlet için “arzu ettiği derecede“ uyduğu bir gerçek.
Üye sayısının artışı ve üyeler arasındaki gizli hiyerarşi, Birlik’in her üyeye
eşit yaklaşmasını engellediği gibi, üyelerin Birlik’e bakış açısını da
değiştiriyor.
Avrupa, anayasa tartışmaları ile biraz daha kendi içine
kapandı. Öteden beri dünyanın geriye kalanının çok da farkında olmadan yaşayan
Avrupalılar şimdi de anayasa tartışmasına boğuldular.
Ama bu defaki durum, dünyada yaşananlara karşı sürdürülen
genel kayıtsızlığın ötesine geçti. Çünkü AB üyesi bir ülkenin vatandaşı, hem
dünyanın hem de Avrupa’nın kalanında olanları önemsemezken, Avrupa Birliği’nin
önemine inananlar ve “tek Avrupa’yı“ savunanlar, ulusal kimliğin üzerine çıkan
bu yeni uluslarüstü kimlik ile, üye ülkelerin uyruğunda olanları da daha az
önemsemeye başladılar. Bunun örnekleri giderek artıyor.
Özünde anayasa tartışmaları ve çatışmaları Avrupa’da ulusal
kimlikler ile uluslarüstü kimlik arasındaki öncelik ve diğerine dominans
mücâdelesinden kaynaklanıyor. Ama sorun orada da bitmiyor.
Bir örnekle açıklamak gerekirse, örneğin “Danimarkalı olmak“
ile “Avrupalı olmak“ arasındaki mücâdeleyi hangisi kazanırsa kazansın, sonuçta
kazanan kimliğin yaşayacağı yeni bir çatışma var; “tek Avrupa’ya inanan Avrupalı“
mı, yoksa “sadece refah bölgesi Avrupa’ya inanan Avrupalı“ mı?
Bu tartışma başlamış olsa da, henüz şiddetli değil. Ama
anayasa tartışmaları bir şekilde sona erer ve Avrupa Anayasası oluşursa, bu iki
temel yaklaşım kutupları belirlemeye başlayacak. Büyük bir olasılıkla yaşanacak
kutuplaşmanın galibini de en baştan beri varolan ulusal kimlikler belirleyecek.
Avrupa’nın geleceği ve Türkiye’nin geleceğini birbirinden
ayırmak mümkün değil. Zâten gerekmiyor da. Ama anayasa tartışmalarının
izleyeceği seyir, ortaya çıkarabileceği komplikasyonlar ve daha önemlisi
anayasanın hükümleri bunu doğrudan etkileyebilir.
Avrupa’nın anayasası, sadece üye devletler arasında
birbirine karşı ortak duyuş ve duruşu değil, aynı zamanda dışarıya karşıda
birlik olmayı gerektirecek.
Çünkü Avrupa Anayasası büyük devletlerin gözetiminde ve
onların çıkarlarına öncelik vererek hazırlanacak. O noktada Türkiye bütün
şartları ve daha fazlasını yerine getirse bile, anayasanın Türkiye’nin kimliği
ve hedefleri ile uyumsuzluğa düşmesi hâlinde, Avrupa şunu söyleyebilir;
“Siz söz verdiğiniz adımları attınız. Ancak bu anayasayı
kabûl ediyor musunuz?“...
Avrupa’nın anayasası bizim için kabûl edilemez bir anayasa
olursa, giremeyiz. Bunda da herhalde kimsenin şüphesi yok. Türkiye’nin Avrupa
Birliği’nin üyesi değil, üye adayı olduğu düşünülürse, o zaman bizim bu noktada
anayasa çalışmalarına doğrudan bir dahlimiz de mümkün değil.
Bu arada Avrupa Birliği bilerek veya bilmeyerek önemli bir
rota değişikliği yaşamaya başladı. Bundan birkaç yıl öncesine bakıldığında
Avrupa ekonomisi, demokrasisi ve yaşam standartları bakımından “standart“ bir
coğrafya anlamına geliyordu. Avrupa’nın standartlarının esas olacağı düşünülen
bölgede, bugün böyle bir durum yok. Mayıs 2004’ten sonra ise hiç olmayacak.
Yeni bir Avrupa meydana geliyor ve “Yeni Avrupa’nın“
değerleri de, sistemi de; ne mevcut ile ne de tasarlanan ile örtüşmüyor.
Bu arada Avrupa Birliği’nin temel eğilimine dikkat
edildiğinde, sınırlarını genişletmekteki isteğinin, sınırları içerisinde olan
bütün ülkelerin “Almanya gibi“ veya “Fransa gibi“ olması için bulunmadığı
görülüyor...
Hatta Avrupa’nın geleceği tartışmaları öyle bir noktaya
gelebilir ki, Türkiye’nin tam üyeliği konusu, bütün bir tartışmanın içerisinde
gözden yiter. Ama yine Avrupa’nın geleceğinde olacağız. Çünkü Avrupa Avrupa
Birliğinden daha büyük bir toprak ve daha fazla nüfus. Kaldı ki “Eski
Avrupa’nın Yeni Avrupa’yı doğurduğu şu dönemde biraz ağırdan almak da belki
daha iyi”.
0 commentaires:
Post a Comment