3 Kasım 1996 tarihindeki SUSURLUK
kazasından sonra kamuoyuna medya üzerinden ciddi bir dezenformasyon ve
psikolojik harekat yapıldı. Bunun neticesinde suçlu, suçsuz karıştı ve
belirli bir kesimce milliyetçiler hedef tahtasına sokuldu. Bu iş öyle
bir noktaya vardı ki; muhafazakâr dindar kardeşlerimize 28 Şubat’la
birlikte yapılan zulüm de aslında milliyetçi kadrolardan gelen ve
devletin belirli kesimleri ile teması olan bu kişilere bile tasfiye
operasyonuna girişildi.
Kamuoyunda hukukun karşısına
çıkartılmadan merhum olan ve asla şüpheli bir kaza olmayan ve konunun
teknik uzmanlarınca bilinen suikast operasyonu ile merhum olan ABDULLAH
ÇATLI, aslında milliyetçi kadrolar içinde kendine göre oldukça önemli
bir yeri ve gücü olan bir insandı. Kendisine suç işletilmiş işletilmemiş
bu hukuku ilgilendiren bir konu. Biz sadece bu olay vesilesi ile
belirli bir gücün nasıl tasfiye edildiğinin izahatını yaşadıklarımız dan
hareketle anlatmış olacağız.
Çatlı’nın hemen arkasından MHP genel
başkanı ALPARSLAN TÜRKEŞ’in ani vefatı ve kendisinin ölümünden beş yıl
evvel -partisi için değil- devletin yararı öngörülerek yaptığı
çalışmalar ve merhumun ani kaybedilmesinden sonra, milliyetçi çevrelerde
kamuoyunun tanımadığı fakat çok önemli bazı insanlar teker teker
kaybedildi.
Bu kayıplar ise ülkemizin doğal savunma
dokusuna zarar verdi ve belirli bir denge unsuru sağlayan bu geride
kalan kadrolar da teker teker tasfiye oldu. Bunların toplu özelliğini
ifade edecek olursak; bu kişi ve gruplar toplumu ayrıştırıcıdan ziyade
birleştirici özelliği taşıyorlardı.
Şimdi konunun uzaktan yakından içinde
olmayanlar buradan hemen laf edebilirler ve; ‘merhum ABDULLAH ÇATLI’nın
toplumda ne birleştiriciliği vardı?’ diyebilirler. Halbuki evet vardı;
çünkü oda kendi camiası içinde büyük bir gurubu yönlendirip
yönetebiliyor ve belirli bir çevrede denge faktörü oluyordu.
Şimdilerde kamuoyunda faili meçhullerden
bahsedilirken devamlı Abdullah Çatlı gibi isimler hep zikredildi. Ben
de buradan soruyorum, ileriki zamanda da bu soruların daha net cevapları
ortaya çıkar; 3 Kasım 1996 sonra ülkemizde faili meçhul cinayetler
bitti mi yoksa faili meçhul cinayetler yeni bir sisteme sokularak, yeni
bir konsept geliştirilerek, failleri olan faili meçhul cinayet sistemine
ve kontra bir şekilde kurulmuş olan hücrelere mi döndü?
Gelelim merhum MUHSİN YAZICIOĞLU’na…
Özellikle 1990’lı yıllarda parlamentodaki akil millet için duruşu ile
BBP gibi küçük bir partiye başkanlık yapmasına rağmen, Türkiye üstündeki
dizayn edici güçleri o hep sıkıntıya soktu ve özellikle AK Partinin
muhafazakar gücü ve yapısı ile kendisinin muhafazakar, milliyetçi ve
dindar duruşu ile Türkiye’deki önemli bir kesimin yanında, büyük bir
sinerji ve güç yarattığı için hudut ötesindeki güçlerin Türkiye içindeki
taşoron güçleri tarafından merhum Muhsin başkan, dikkat çekmeyecek bir
yöntemle yok edilmesinin planlarını yapmaya başladılar ve bunu da
helikopter kazasının öncesinde bir kaç farklı yerde araçlı trafik kazası
şeklinde gerçekleştirmek istediler.
Şunu açık ve seçik olarak söyleyebilirim
ki; ülkemizde 1988 yılında bazı NATO çerçevesi içindeki ülkelerin
İSTİHBARAT servisleri, bazı operasyonel kazalarla yapılabilecek
suikastların kurslarını ilgililerine vermişlerdir.
Hatta bu suikastlere bizzat maruz kalmış
ve hasbel kader ALLAHIN İNAYETİ ile kurtulmuş olan insanlar vardır ve
bunlarından da neler yaşadıklarını ALLAHIN İZNİ ile ilerideki günlerde
buradan aktarırız.
Biz yine gelelim merhum MUHSİN başkanın
suikastı olayına… Nasıl olur da başkanın helikopteri kalktıktan sonra,
hala tam radar kayıtlarında ve tam olarak helikopterin uçuş güzergahı
üstünde TÜRK HAVA KUVVETLERİNE bağlı savaş uçaklarının hangi mesafe ve
uzaklıkta uçtuğu tam olarak belli değildir denilmektedir. Bazı mesafeler
ve saat dilimleri veriliyor olmasından hareketle, bunlara göre bir
uzman olarak şöyle bir KONTRGERİLLA operasyonu taktik sistemini
resmedebiliriz / çizebiliriz.
Muhsin Başkanın helikopteri kalktıktan
sonra ÇAĞLAYANCERİTLE helikopterin düştüğü mesafede savaş uçaklarının
mesafeleri 30-40 km mesafede gözüküyor. Radar kayıtlarının çoğu hala
ortada yok olmasına rağmen, aldığımız bilgilerle, MALATYA ERHAÇ hava
üstündeki keşif filosuna bağlı bir RF4 jetinin rotasından ayrılıp
helikopterin üstüne gelmesinin dakikaları ile incirlikten kalkan bir
F-16 savaş uçağının olayı gerçekleştirebilmesi neredeyse aynı zaman
dilimine eşittir.
Helikopterin üstünden yapılacak ses
duvarını aşıcı bir uçuşta, bir de pilotun SONİK patlama yaptırması ile
uçaklar helikopteri düşürebilir ve düşen helikopterin pilot ve
yolcularının da büyük bir karbon monoksit solumalarına neden olur.
Bilindiği gibi jet SONİK bir patlama gerçekleştirildiğinde, bu
korbonmonoksit yüksek seviyede jet savaş uçağının motorlarından dışarıya
verilir.
Hele ki bu bir F4-FANTOM uçağı ise ve
çift motorlu bir uçak olması, motorların eski ve güçlü motorlar olması
ile doğru orantılı olarak bu duruma daha da fazla yol açar.
Helikopter düştükten sonra uydu
verilerinden cep sinyalleri ile kestirme yapıp enkazı bulamamak bugünün
şartlarında adeta imkânsız bir hadise. Enkazın dağda, yanlış yerde ve
3q4 gün kadar aranması ve sonradan da verilen ilk yanlış bilgilendirme
haberler ve yaşadığına dair devletin resmi kaynaklarından ilan edilmesi
ve daha sonra da -üçüncü günde- yerel köylülerin ilk anda verdikleri
ihbarlardaki bölgede yine yerel güçlerin ve halkın kaza yerini ve
enkazını bulması bu durumun bize büyük bir kontrgerilla operasyonunu
olduğunu adeta ispatlıyor.
Daha sonra olay yerinde fotoğraflarda
görülen kırıma uğramış bir askeri helikopterin olması, arkadan gelen
olay yeri temizlik ekiplerinin bilerek bir kırım kazaya kendileri yol
açarak bölgede dikkati dağıtacak unsurları çoğaltmaları ve hedef enkazda
kalabilecek sabotaj bulgularının da yok edilmesi sanki söz konusu.
Sonrasında da Türkiye’deki demokrasinin gelişmesine paralel olarak bazı
görsel videoların CUMHURBAŞKANLIĞI devlet denetleme kurulunca ve duyarlı
görevlilerin ihbarı ile bulunması söz konusu oldu.
Kısadan hisse bu tip ASKERİ bir
kontrgerilla operasyonunu sabotajla yüklü suikastı en tepe mevkilerden
emir almadan yapamazsın. O zaman bu konunun ciddi anlamda incelenmesi de
şart oluyor.
Kaybettiğimiz tüm vatansever
insanlarımıza ALLAHTAN RAHMET diler mekanları cennet olsun der,
suçluların da bir an önce bulunması ve olayların aydınlatmasını
arzularız. Unutmayalım ki bugün aydınlatılmayan her fail-i meçhul bir
suikast, yarın kendi başımıza gelecek olan benzer bir suikastın kurucu
unsuru olur. Olur çünkü bunların emredicisi hala DIŞARDA ve özgürce
hareket ederek yeni yeni benzer eylemlere imza atmakta…
0 commentaires:
Post a Comment