Onun adı Çiğdem Batur. Hadi tam adıyla söyleyelim Ayşe Çiğdem Batur. Düzce'nin tanınmış ailelerinden Baturlar’ın kızı. Biz onu böyle tanıyoruz. Ama Türkiye onu Papatyam dizisinin gelini Fulya, Kurtlar Vadisi'nin ele avuca sığmaz genç savcısı Leyla, Vazgeç Gönlüm'ün önce Goncagül'ü sonra Defnesi olarak tanıyor. Genco dizisinin Özgesinin sesi de o.. O Düzce'nin yetiştirdiği en ünlü oyunculardan biri. Çiğdem Batur, bu hafta memleketi Düzce'deydi. Kırmadı ve Gazete burasıdüzce için bir söyleşi yapma teklifimizi kabul etti. İşte Çiğdem Batur ile yaptığımız keyifli söyleşi...
Sunuculuk, dublaj, tiyatro sahnesi, kamera arkası derken kameranın önüne geçme fikri nasıl oluştu sende? Kamera önü ile arkası arasında ne fark var?
İletişim fakültesi mezunu olduğum için, işin kamera arkasından yetiştim. Düzce'de büyüdüğüm için aslında beni kamera önüne yönlendirebilecek hiç kimse yoktu. İletişim fakültesinde okurken bir yandan TRT'de çalışmaya başladım; aynı zamanda da tiyatro yaptım ve bu anlamda da kendimi geliştirmeye çalıştım. Sahne üzerine çıkmanın beni ne kadar mutlu ettiğini ve kamera arkasında olmanın beni tatmin etmediğini fark ettim ve kamera önünde gördüğüm sunuculara özendim.
Kamera önü keyif verdiği için mi?
Kesinlikle. Kamera arkasında çalışırken işin mutfağını gördüğüm için daha avantajlı, daha donanımlıyım.
Yılız Kenter'in öğrencisi olmanın avantajı nedir? Şener Şen ile oynamak isterim demişsin.
Yüksek lisans yaparken iki sene öğrencisi oldum. Yıldız Kenter, Türk tiyatro tarihindeki en önemli insanlardan bir tanesi. Enerjisine hayranım. Seksen yaşını geçtiği halde sahnede amuda kalkabiliyordu. Şaka değil, çok esnek, çok hareketli. Benim için çok önemli bir örnek.
Evet, Şener Şen'le oynamak isterim. Çünkü çok beğendiğim bir oyuncu. Böyle bir usta ile aynı projede oynamak çok büyük bir keyif verir. Ben bu konuda şanslıyım; Metin Akpınar'la çalıştım. Ayrıca Rüştü Asyalı'dan diksiyon ve dublaj eğitimi almış olmak bunlar bence güzel.
AYNI DİZİDE İKİ FARKLI
KARAKTER RİSKLİYDİ
Vazgeç Gönlüm dizisinde iki ayrı karakteri birden canlandırdın. Bu nasıl bir şeydir; aynı yüz, aynı dizi ve iki çok farklı karakter. Nasıl oldu?
Ben üç bölüm anlaşması yapmıştım. İlk üç bölümde Salih karakterinin kız kardeşi Goncagül diye bir kızı oynadım. İkinci bölümün sonunda intihar ediyordu. Sonra ilginç bir teklif geldi. Diziye yedinci bölümde Defne diye bir karakter giriyordu. O rolü oynamamı istediler. Riskliydi ama denemeye değerdi. Benim saçlarım kesildi, boyandı. Kaşlarımı incelttim. Kıyafet değişti derken başka bir kız oldum. Hatta sete gidip yönetmenle karşılaştığımızda “kim bu” dedi. (Gülüyor) beni tanımadılar. Çok çabuk değişmek avantaj. İki farklı karakteri oynamak keyifli ve güzeldi.
Papatyam'da başta gıcık, içten pazarlıklı bir gelini oynuyordun sonra o karakter masumlaştı gibi.
Evet dizideki en sivri karakter oydu. Ancak bir kaç bölüm sonra tepki almaya başladı diğerleri içinde çok sivri kaldı diye. Yumuşatıldı karakter. Bir süre sonra Fulya'ya olmayacak bir şey oldu ve hamile kaldı ve bir değişime uğradı aslında ve daha mızmız, kocasının peşinde dolaşan bir karakter oldu. Çocuk doğurduktan sonra bu sefer başka bir Fulya görmeye başladık; çocuğuna ve ailesine çok düşkün. Önceki önceki Fulya'yla sonradan gördüğümüz Fulya arasında güzel geçişler vardı.
GÜZELLİK DEĞİL YETENEK ÖNEMLİ
Kurtlar Vadisi'nde mafyadan, derin devletten korkmayan, idealist ama burnu biraz havada bir savcıyı canlandırıyorsun. Aslında çok güzel bir yüz ve fiziğe sahip olduğunuz halde karakterleriyle önde olan bir rolü oynamak avantaj mı dezavantaj mı?
Kesinlikle avantaj. Oyunculuk söz konusu olduğunda gerçekten güzelliğin çok anlamı yok. Sen istediğin kadar güzel ol, istediğin kadar çirkin ol yaptığın işi layıkıyla yapabiliyorsan gerçekten oyuncusun. Ben eğer fiziğimi geri planda bırakabiliyorsam; oyunculuğumu ön plana çıkarabiliyorsam ne mutlu bana.
Kurtlar Vadisi çok erkek egemen bir dizi. O dizide kendine yer açmak zor değil mi?
Erkeklerin arasında tek kadın kaldım aman eyvah… (Gülüyor) Hiç öyle hissetmiyorsun setteki ilişkiler de çok güzel. Onlar bana tek kadın olduğumu hissettirmiyorlar. İşin içine kadın girdiğinde daha çok aşk, duygusallık giriyor ama bu dizi öyle değil. Zaten insanlar da Polat'ın bir aşk yaşamasını istemiyorlar ama seyirci güçlü adamın yanında bu kadar güçlü bir kadın görmekten keyif alıyor; o yüzden kadın izleyici sayısı da arttı. Savcılık masasının başındaki Leyla ile aile içindeki Leyla çok farklı; orada daha güler yüzlü daha sevimliyken, masanın başında hiçbir şekilde mesleğinden taviz vermeyen, kurallar neyse o kuralları uygulamaya çalışan bir kadın. Bir de Polat'a zaafı var. Orada zorlanıyor.
EMEĞE SAYGI OLMALI
Gazetecilik yapmayı düşündün mü hiç?
Bir dönem staj yapmıştım, bir haber merkezinde. Şöyle bir anım var; bir haber buldum, aktüel bir haber, dökümünü yaptım bir kameraman bulup çekimini yaptım, seslendirme her şey tamam. Editörden geçti. O akşam haberi bekliyorum haber yayınlandı. Haberin altında muhabir olarak başka bir isim yazıyor. Ben şaşırıp kaldım “nasıl yani” dedim, gittim editöre. “Habercilikte böyle şeyler olur, alışacaksın bunlara” dedi. Gazetecilik hayatım o olaydan sonra bitti. Teklifler gelmişti ama yapmak istemedim.
Mesela kendinle söyleşi yapsan nasıl bir başlık atmak isterdin?
(Gülüyor) Başlığı bana attırmayı düşünüyorsunuz değil mi?
Tekrar sunuculuk yapmayı düşünür müsün?
Sunuculuk keyifle severek yaptığım bir işti zaten, ama rotamı oyunculuğa çevirdikten sonra hedefim bu alanda iyi bir yere gelmek. Oyunculukta istediğim yere gelene kadar sunuculuk tekrar yapacağım bir meslek değil.
Diziler çok uzun, sigortamız bile yok
Sence de “yerli dizi yersiz uzun” mu; Bunun çözümü nedir?
Uzun tabi ki. Hem dizi oyuncuları hem kamera arkasında çalışanlar bundan şikayetçiler. Öyle bir şey ki haftanın 6 günü hatta bazen yedi günü gerçekten sabahı akşama akşamı sabaha katıp eve gidemeden 90 dakika hatta bazen daha uzun bazen 110-120 dakikalık bölümler çekiyoruz. Oyuncular teknik ekibe göre daha şanslılar. Biz işimizi bitiriyoruz, evimize gidiyoruz. Teknik ekip reji ekibi orada kalıyor. Ben gidiyorum benden sonra gelen oyuncuyla devam ediyorlar, çekimler bitiyor; bu sefer montajı, dublajı, miksajı, müziği çıkıyor; bunlarla uğraşmak zorunda kalıyorlar. Yani hiç zamanları yok. Bu arada sigorta sorunu var; hiç birimiz sigortalı değiliz.
Bir de hatıra ormanı çalışmanız var. Biraz bahsedelim.
Deprem şehitleri için diktiğimiz fidanlarla gurur duyuyorum
2001'de üniversitede okurken, oradaki arkadaşlarımla beraber 12 Kasım ve 17 Ağustos depremlerinde yitirdiklerimiz adına bir hatıra ormanı projesi düzenledik. Bir dizi etkinlik düzenledik, dönemin Düzce Belediye Başkanı Ruhi Kurmaz ve bazı bakanlar da katılmıştı. Ayrıca Ankara’da ağaç dikimini gerçekleştirdik. 3 bine yakın ağaç dikildi. Depremde kaybettiklerimizi unutmamak ve anmak adına güzel bir proje oldu. Bu projeyle Aydın Doğan yarışmasında “En İyi Proje Uygulaması“ dalında ödül aldık. Adı İrem Batur hatıra ormanı. Hayatımda güzel bir noktadır o.
DÜZCELİ OLMAK
BAŞKA BİR SORUMLULUK
Bir röportajında “Düzce küçük bir yer. Herkesin yolda birbirine selam verdiği bir şehir. Seçici olmak zorundayım. Yaşadığım çevreye karşı sorumluluklarım var” demişsin. Senin oyunculukta kuralların ne; Düzceli olmanda bunların etkisi nedir?
Batur, “Düzce ufak bir yer ve beni, akrabalarımı herkes tanıyor. Doğal olarak benim çevremdeki insanların huzursuzluk yaşayacağı şeyleri onlara yaşatmak istemem. En başta ben huzursuz olurum çünkü. Düzceli olmakta başka bir sorumluluk zaten” diyor.
Birinin hoşuna gidecek diye ben kendimden taviz vermem, hiçbir durumda. Oyunculuk anlamında ondan bahsettim. Düzceli olmanın şöyle bir etkisi var. Düzce ufak bir yer ve beni, akrabalarımı herkes tanıyor. Doğal olarak benim çevremdeki insanların huzursuzluk yaşayacağı şeyleri onlara yaşatmak istemem. En başta ben huzursuz olurum çünkü. Düzceli olmak da başka bir sorumluluk zaten.
İSTİYORSAN GÖZLERİNİ
KAPATIP YAPACAKSIN
Düzce, Ankara ve İstanbul; bu yaşta bu kadar kent değiştirmek korkutmadı mı seni?
Korkutmadı. Düzce'de okudum; lise bitene kadar Düzce'deydim. Üniversitede Ankara'ya gittim. Ankara'dan İstanbul'a gidiş sebebim Ankara da beni mesleki anlamda besleyecek bir şeyin kalmamış olmasıydı. Annemle babam biraz tedirgindi, ilk başlarda; iyi düşünmemi istediler. Ondan sonra baktılar ki ben gerçekten kararlıyım ve yaptığım meslekle çok mutluyum. Onlar da endişelerini bir kenara koydular ve bana destek oldular. İyi ki de gitmişim. Gerçekten istediğin şeyin uğruna gözünü kapatıp bir şeyler yapmak zorundasın. Cesur olmalısın.
DÜZCEYE GELİNCE MUTLAKA
CİHAT'IN YENGENİNİ YİYORUM
Düzce deyince aklına gelen üç şeyi söyler misin?
Birincisi Cihat'ın yengeni. (Kahkalarla gülüyor) İkincisi Merkez köftecisi. Üçüncüsü Çamköy. Çocukluğum orada geçtiği için orayı seviyorum.
Buraya gelince mutlaka Cihat'ın yengenini yiyorum. Mesela şimdi ailemle buluşup Merkez Köftecisine gideceğiz. Tabi şelaleler ve Düzce'nin doğal güzelliklerini seviyorum.
ÇİĞDEM BATUR KİMDİR?
13 Temmuz 1982 tarihinde Düzce'de doğan Batur, 1999 yılında Düzce Arsal Anadolu Lisesi'nden mezun oldu. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümünü 2004 yılında bitirdi. Üniversite yıllarında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi - Grup Mimus Tiyatro Topluluğu'nda oyunculuk yaparak sanat hayatına başladı. Başkent İletişim anlatım iletişim kursu, diksiyon, spikerlik, sunuculuk eğitimi, Sanat Akademi - tiyatro ve oyunculuk eğitimi, Başkent İletişim anlatım iletişim kursu, seslendirme eğitimleri aldı. 2004 yılında ART televizyonunda "Alışveriş Çantası" adlı bir programın sunuculuğunu yapan sanatçı, TRT'de çeşitli programlarda sunuculuk, program ve yönetmen asistanlıkları görevlerinde bulundu. Bir kısa film deneyimi olan Batur, Vazgeç Gönlüm, Gümüş, Papatyam ve son olarak Kurtlar Vadisi Pusu dizilerinde rol aldı. Acemi Cadı, Gümüş gibi dizilerde seslendirme yaptı. Reklam filmlerinde oynayan Batur, 2010 yılında Büşra isimli sinema filminde de başrollerden birini oynadı.
Sunuculuk, dublaj, tiyatro sahnesi, kamera arkası derken kameranın önüne geçme fikri nasıl oluştu sende? Kamera önü ile arkası arasında ne fark var?
İletişim fakültesi mezunu olduğum için, işin kamera arkasından yetiştim. Düzce'de büyüdüğüm için aslında beni kamera önüne yönlendirebilecek hiç kimse yoktu. İletişim fakültesinde okurken bir yandan TRT'de çalışmaya başladım; aynı zamanda da tiyatro yaptım ve bu anlamda da kendimi geliştirmeye çalıştım. Sahne üzerine çıkmanın beni ne kadar mutlu ettiğini ve kamera arkasında olmanın beni tatmin etmediğini fark ettim ve kamera önünde gördüğüm sunuculara özendim.
Kamera önü keyif verdiği için mi?
Kesinlikle. Kamera arkasında çalışırken işin mutfağını gördüğüm için daha avantajlı, daha donanımlıyım.
Yılız Kenter'in öğrencisi olmanın avantajı nedir? Şener Şen ile oynamak isterim demişsin.
Yüksek lisans yaparken iki sene öğrencisi oldum. Yıldız Kenter, Türk tiyatro tarihindeki en önemli insanlardan bir tanesi. Enerjisine hayranım. Seksen yaşını geçtiği halde sahnede amuda kalkabiliyordu. Şaka değil, çok esnek, çok hareketli. Benim için çok önemli bir örnek.
Evet, Şener Şen'le oynamak isterim. Çünkü çok beğendiğim bir oyuncu. Böyle bir usta ile aynı projede oynamak çok büyük bir keyif verir. Ben bu konuda şanslıyım; Metin Akpınar'la çalıştım. Ayrıca Rüştü Asyalı'dan diksiyon ve dublaj eğitimi almış olmak bunlar bence güzel.
AYNI DİZİDE İKİ FARKLI
KARAKTER RİSKLİYDİ
Vazgeç Gönlüm dizisinde iki ayrı karakteri birden canlandırdın. Bu nasıl bir şeydir; aynı yüz, aynı dizi ve iki çok farklı karakter. Nasıl oldu?
Ben üç bölüm anlaşması yapmıştım. İlk üç bölümde Salih karakterinin kız kardeşi Goncagül diye bir kızı oynadım. İkinci bölümün sonunda intihar ediyordu. Sonra ilginç bir teklif geldi. Diziye yedinci bölümde Defne diye bir karakter giriyordu. O rolü oynamamı istediler. Riskliydi ama denemeye değerdi. Benim saçlarım kesildi, boyandı. Kaşlarımı incelttim. Kıyafet değişti derken başka bir kız oldum. Hatta sete gidip yönetmenle karşılaştığımızda “kim bu” dedi. (Gülüyor) beni tanımadılar. Çok çabuk değişmek avantaj. İki farklı karakteri oynamak keyifli ve güzeldi.
Papatyam'da başta gıcık, içten pazarlıklı bir gelini oynuyordun sonra o karakter masumlaştı gibi.
Evet dizideki en sivri karakter oydu. Ancak bir kaç bölüm sonra tepki almaya başladı diğerleri içinde çok sivri kaldı diye. Yumuşatıldı karakter. Bir süre sonra Fulya'ya olmayacak bir şey oldu ve hamile kaldı ve bir değişime uğradı aslında ve daha mızmız, kocasının peşinde dolaşan bir karakter oldu. Çocuk doğurduktan sonra bu sefer başka bir Fulya görmeye başladık; çocuğuna ve ailesine çok düşkün. Önceki önceki Fulya'yla sonradan gördüğümüz Fulya arasında güzel geçişler vardı.
GÜZELLİK DEĞİL YETENEK ÖNEMLİ
Kurtlar Vadisi'nde mafyadan, derin devletten korkmayan, idealist ama burnu biraz havada bir savcıyı canlandırıyorsun. Aslında çok güzel bir yüz ve fiziğe sahip olduğunuz halde karakterleriyle önde olan bir rolü oynamak avantaj mı dezavantaj mı?
Kesinlikle avantaj. Oyunculuk söz konusu olduğunda gerçekten güzelliğin çok anlamı yok. Sen istediğin kadar güzel ol, istediğin kadar çirkin ol yaptığın işi layıkıyla yapabiliyorsan gerçekten oyuncusun. Ben eğer fiziğimi geri planda bırakabiliyorsam; oyunculuğumu ön plana çıkarabiliyorsam ne mutlu bana.
Kurtlar Vadisi çok erkek egemen bir dizi. O dizide kendine yer açmak zor değil mi?
Erkeklerin arasında tek kadın kaldım aman eyvah… (Gülüyor) Hiç öyle hissetmiyorsun setteki ilişkiler de çok güzel. Onlar bana tek kadın olduğumu hissettirmiyorlar. İşin içine kadın girdiğinde daha çok aşk, duygusallık giriyor ama bu dizi öyle değil. Zaten insanlar da Polat'ın bir aşk yaşamasını istemiyorlar ama seyirci güçlü adamın yanında bu kadar güçlü bir kadın görmekten keyif alıyor; o yüzden kadın izleyici sayısı da arttı. Savcılık masasının başındaki Leyla ile aile içindeki Leyla çok farklı; orada daha güler yüzlü daha sevimliyken, masanın başında hiçbir şekilde mesleğinden taviz vermeyen, kurallar neyse o kuralları uygulamaya çalışan bir kadın. Bir de Polat'a zaafı var. Orada zorlanıyor.
EMEĞE SAYGI OLMALI
Gazetecilik yapmayı düşündün mü hiç?
Bir dönem staj yapmıştım, bir haber merkezinde. Şöyle bir anım var; bir haber buldum, aktüel bir haber, dökümünü yaptım bir kameraman bulup çekimini yaptım, seslendirme her şey tamam. Editörden geçti. O akşam haberi bekliyorum haber yayınlandı. Haberin altında muhabir olarak başka bir isim yazıyor. Ben şaşırıp kaldım “nasıl yani” dedim, gittim editöre. “Habercilikte böyle şeyler olur, alışacaksın bunlara” dedi. Gazetecilik hayatım o olaydan sonra bitti. Teklifler gelmişti ama yapmak istemedim.
Mesela kendinle söyleşi yapsan nasıl bir başlık atmak isterdin?
(Gülüyor) Başlığı bana attırmayı düşünüyorsunuz değil mi?
Tekrar sunuculuk yapmayı düşünür müsün?
Sunuculuk keyifle severek yaptığım bir işti zaten, ama rotamı oyunculuğa çevirdikten sonra hedefim bu alanda iyi bir yere gelmek. Oyunculukta istediğim yere gelene kadar sunuculuk tekrar yapacağım bir meslek değil.
Diziler çok uzun, sigortamız bile yok
Sence de “yerli dizi yersiz uzun” mu; Bunun çözümü nedir?
Uzun tabi ki. Hem dizi oyuncuları hem kamera arkasında çalışanlar bundan şikayetçiler. Öyle bir şey ki haftanın 6 günü hatta bazen yedi günü gerçekten sabahı akşama akşamı sabaha katıp eve gidemeden 90 dakika hatta bazen daha uzun bazen 110-120 dakikalık bölümler çekiyoruz. Oyuncular teknik ekibe göre daha şanslılar. Biz işimizi bitiriyoruz, evimize gidiyoruz. Teknik ekip reji ekibi orada kalıyor. Ben gidiyorum benden sonra gelen oyuncuyla devam ediyorlar, çekimler bitiyor; bu sefer montajı, dublajı, miksajı, müziği çıkıyor; bunlarla uğraşmak zorunda kalıyorlar. Yani hiç zamanları yok. Bu arada sigorta sorunu var; hiç birimiz sigortalı değiliz.
Bir de hatıra ormanı çalışmanız var. Biraz bahsedelim.
Deprem şehitleri için diktiğimiz fidanlarla gurur duyuyorum
2001'de üniversitede okurken, oradaki arkadaşlarımla beraber 12 Kasım ve 17 Ağustos depremlerinde yitirdiklerimiz adına bir hatıra ormanı projesi düzenledik. Bir dizi etkinlik düzenledik, dönemin Düzce Belediye Başkanı Ruhi Kurmaz ve bazı bakanlar da katılmıştı. Ayrıca Ankara’da ağaç dikimini gerçekleştirdik. 3 bine yakın ağaç dikildi. Depremde kaybettiklerimizi unutmamak ve anmak adına güzel bir proje oldu. Bu projeyle Aydın Doğan yarışmasında “En İyi Proje Uygulaması“ dalında ödül aldık. Adı İrem Batur hatıra ormanı. Hayatımda güzel bir noktadır o.
DÜZCELİ OLMAK
BAŞKA BİR SORUMLULUK
Bir röportajında “Düzce küçük bir yer. Herkesin yolda birbirine selam verdiği bir şehir. Seçici olmak zorundayım. Yaşadığım çevreye karşı sorumluluklarım var” demişsin. Senin oyunculukta kuralların ne; Düzceli olmanda bunların etkisi nedir?
Batur, “Düzce ufak bir yer ve beni, akrabalarımı herkes tanıyor. Doğal olarak benim çevremdeki insanların huzursuzluk yaşayacağı şeyleri onlara yaşatmak istemem. En başta ben huzursuz olurum çünkü. Düzceli olmakta başka bir sorumluluk zaten” diyor.
Birinin hoşuna gidecek diye ben kendimden taviz vermem, hiçbir durumda. Oyunculuk anlamında ondan bahsettim. Düzceli olmanın şöyle bir etkisi var. Düzce ufak bir yer ve beni, akrabalarımı herkes tanıyor. Doğal olarak benim çevremdeki insanların huzursuzluk yaşayacağı şeyleri onlara yaşatmak istemem. En başta ben huzursuz olurum çünkü. Düzceli olmak da başka bir sorumluluk zaten.
İSTİYORSAN GÖZLERİNİ
KAPATIP YAPACAKSIN
Düzce, Ankara ve İstanbul; bu yaşta bu kadar kent değiştirmek korkutmadı mı seni?
Korkutmadı. Düzce'de okudum; lise bitene kadar Düzce'deydim. Üniversitede Ankara'ya gittim. Ankara'dan İstanbul'a gidiş sebebim Ankara da beni mesleki anlamda besleyecek bir şeyin kalmamış olmasıydı. Annemle babam biraz tedirgindi, ilk başlarda; iyi düşünmemi istediler. Ondan sonra baktılar ki ben gerçekten kararlıyım ve yaptığım meslekle çok mutluyum. Onlar da endişelerini bir kenara koydular ve bana destek oldular. İyi ki de gitmişim. Gerçekten istediğin şeyin uğruna gözünü kapatıp bir şeyler yapmak zorundasın. Cesur olmalısın.
DÜZCEYE GELİNCE MUTLAKA
CİHAT'IN YENGENİNİ YİYORUM
Düzce deyince aklına gelen üç şeyi söyler misin?
Birincisi Cihat'ın yengeni. (Kahkalarla gülüyor) İkincisi Merkez köftecisi. Üçüncüsü Çamköy. Çocukluğum orada geçtiği için orayı seviyorum.
Buraya gelince mutlaka Cihat'ın yengenini yiyorum. Mesela şimdi ailemle buluşup Merkez Köftecisine gideceğiz. Tabi şelaleler ve Düzce'nin doğal güzelliklerini seviyorum.
ÇİĞDEM BATUR KİMDİR?
13 Temmuz 1982 tarihinde Düzce'de doğan Batur, 1999 yılında Düzce Arsal Anadolu Lisesi'nden mezun oldu. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümünü 2004 yılında bitirdi. Üniversite yıllarında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi - Grup Mimus Tiyatro Topluluğu'nda oyunculuk yaparak sanat hayatına başladı. Başkent İletişim anlatım iletişim kursu, diksiyon, spikerlik, sunuculuk eğitimi, Sanat Akademi - tiyatro ve oyunculuk eğitimi, Başkent İletişim anlatım iletişim kursu, seslendirme eğitimleri aldı. 2004 yılında ART televizyonunda "Alışveriş Çantası" adlı bir programın sunuculuğunu yapan sanatçı, TRT'de çeşitli programlarda sunuculuk, program ve yönetmen asistanlıkları görevlerinde bulundu. Bir kısa film deneyimi olan Batur, Vazgeç Gönlüm, Gümüş, Papatyam ve son olarak Kurtlar Vadisi Pusu dizilerinde rol aldı. Acemi Cadı, Gümüş gibi dizilerde seslendirme yaptı. Reklam filmlerinde oynayan Batur, 2010 yılında Büşra isimli sinema filminde de başrollerden birini oynadı.
0 commentaires:
Post a Comment