Sunday, January 19, 2014
Home »
» Kurtlar bile Elif için mi şehre iner? 2014
Kurtlar bile Elif için mi şehre iner? 2014
“Bu bir mafya dizisidir” diye yola çıktığında, piramidin en altından başlamıştı Polat! Başlangıçlar her zaman sonralara göre daha heyecan vericidir, bu konuda sinemanın bir çözüm bulabildiğini zannetmiyorum. Matrix-1 kendi serisi içinde en iyisiydi bence, Terminatör 1, Süpermen 1, Karate Kid 1 vs. Olmayan bir şeyin ortaya çıkma süreci ile var olan bir şeyin devam etmesi arasındaki beklenmezlik oranının farklılaşmasından olabilir, seyirci olarak aldığımız tadın azalması. Bu bir sebep olarak değerlendirilebilir.
İkinci olarak , “mafya”nın eski “külhanbeyi” literatürünü, raconunu, meydan okumasını ekranlara taşıyan ve sağolsunlar senaristler sayesinde her biri, hiçbir lafın altında kalmayan laf ebesine dönüşen “baba”ları, onaylamasak da onların geçerliliklerini kabul ettik. “Gen”lerimizde mi var yoksa? Bu da dizinin takip edilmesinin sebeplerinden olabilir.
Sonra, eski babalar tarih oldu ve plan değişti. Kamera bu defa iş adamlarını göstermeye başladı. Hatta Polat da bir ara bayağı ısınıyordu iş adamlığı portresine ama Bulut’un agresif tavırları onun yeniden sahalara dönmesine sebep oldu! Ancak, bu arada Vadi’nin vizyonu değişti. “Elif”den gittikçe uzaklaşan hikaye, kahramanlarımızı “elit” kesimdeki vatansevmezlerin karşısına çıkardı. “Mafya” maşaydı, maşayı tutan el “iş adamları” dendi.
Sonra konu işlendikçe iş adamları da maşa deyip, geri planda, devlet içi (!) çete bağlantısı, örgüt bağlantısı, asker bağlantısı derken dış ülkelerle bağlantılar gözler önüne serilmeye başlandı. Başarılı karakter takviyeleriyle dizi zinde tutuluyor, konu çetrefilleştiriliyor, içinden çıkılmaz gibi görünen bir hale geliyor, buna rağmen engelleri aşmayı başaran kahramanlarımız bir kez daha izleyici zihnindeki konumlarını pekiştiriyorlardı.
Bunlar ve ileri sürülebilecek daha başka sebepler dizinin hiç kaçırılmamasını sağlıyorsa “eski tadı yok” dedirten nedir peki?
Polat, hala var gücüyle vatanı için canını ortaya koyuyor, Memati duruşundan da bakışından da bir şey kaybetmedi maaşallah. Hey gibi Abdülhey! O, bir şeyler kaybetti ama dönüşü muhteşem olacak diye bekliyoruz. Muhteviyat olarak içte ve dışta düşmanlar hala var, hainler hala var, vatanseverler var, mücadele var… Var! Var! Var! Peki olmayan ne? Evet, bence olmayan şey “Elif”! CanPolat bütün haşmetiyle arz-ı endâm ede dursun “Cânan” yok! Canın canı olan “Sevda” yok!
Pusu’nun ilk döneminde bunun eksikliği belirginleşmeye başlayınca “Ahu Hanım” ile bu açığı kapamak ihtimali belirdi ancak “kan uyuşmazlığı” sebebiyle mümkün olmadı. Konu, ara ara Nazife Ana’nın “oğulcuğum, senin de yuva kurmaya hakkın yok mu?” serzenişleriyle geçiştirildiyse de dramanın bir kanadı eksikmiş etkisi uyandıran sevgi hazinesindeki cari açık, Nazife Ana’nın “İnsanlar vatansız doğabilir ama anasız doğamaz” diyerek son noktayı koymasıyla tatlıya bağlandı. Mı?
Hatır için değilmişçesine gerçekleşen hatır için evlilik, bir çıkış noktasıydı belki? Çünkü bu evlilikle hem aranan “sevda” bulunacak hem de Polat, ana hatırı gözettiği için Elif’in üstüne gül koklamış olmayacaktı!!! Ama aranan kan bulunabildi mi?
Mesela şöyle düşünelim; Polat, Elif ile evlenseydi… Bir kere bu bir olay olurdu! Ya da Elif, annesinin ölümünden Abdülhey’i sorumlu tutsa ve intikam duyguları yaşasaydı? Bambaşka olurdu izleyici açısından. Fark ne? Çünkü neredeyse Kız Kulesi’nin imar tarihinden beri (!) Ali-Polat ile Elif’in aşkı işleniyordu ve seyirci olarak bunu kabullenmiştik.
Oysaki Polat’ın yıldırım nikâhında, bu kabullenmeyi sağlayacak duygu altyapısı henüz oluşmamıştı, “her şey birden bire oldu!” Kahramanımızın, “vefasızlık” imajı vermemek için “gönül işlerine” hep mesafeli hatta soğuk yaklaşmasını anlayabiliyoruz, belki tebrik bile ediyoruz. Bu karakterine uymaz zaten. Fakat bu yıldırım operasyonu, halkın zevk-i selîmine göre, dizinin tadındaki burukluğu gidermeye yetmiş görünmüyor!
Belki diyeceksiniz ki “Adama bak, deli mi ne? Olmayan şeyler hakkında oturmuş kafa yoruyor”. Ekran sanal bir alan olsa da hayatın gerçeklerinden bağımsız olmadığını ve iyisiyle kötüsüyle ancak insanı ekrana yansıttığını düşünürsek, bu sembol üzerinden aslında hayata dair düşünme mesaisinde olduğumuz ortaya çıkacaktır diyerek kendimizi aslanlar gibi savunalım!..
Ne diyorduk… Polat evlendi, çocuğu bile olacak ama “sevda” eksik. Yanlış anlaşılmasın “evlilik aşkı öldürür”cülerden değilim. Hâşâ! Ama, ah nerede o Ömer Baba’nın hala kulaklarımızda çınlayan “Bağlılık, biat, itaat etmek” diye başladığı “Gizli Aşk” hikayesi. Nerede o “Elif” uğruna yaşamayı göze alan hem yüreği , hem sevdası sağlam gencin draması? Tamam Polat Alemdar “vatanına âşık”, tamam “Elif”ten ötesi yok! Eyvallah! Ama sadece merak ediyorum, kâinat bile “muhabbet” üzerine yaratılmışken, dizinin eski tadının olmadığını düşünenler haklılarsa, sebeplerinden biri de bu “muhabbet eksikliği” olamaz mı?
0 commentaires:
Post a Comment