|
Bundan önce TÜRKSOLU’nda yayınlanan
iki yazımızda Ermeni sorunu üzerine düşüncelerimizi açıklamış ve
Ermenilerin yaptıkları soykırımları daha ziyade Rus ve Azerbaycan
arşivlerinde bulunan Ermeni ve Rus yazarların eserlerine dayanarak
ortaya koymaya çalışmıştık. Bu yazımızda Ermenilerin 1948 yılından
sonra, Nazi Almanya’sının Yahudilere yaptığı soykırımı örnek alarak
kendilerine soykırım yapıldığını iddia etmeye başladıklarından sonraki
diaspora ve onun doğal uzantısı olan ASALA’nın faaliyetlerini ve
dolayısıyla Ermeni sorununun değişik boyutlarla yeniden gündeme
getirilmesini ve Türk hükümetlerinin olaya bakışlarını ele alacağız.
Diaspora uluslararası bir
terimdir. Diaspora, anavatanları dışında başka ülkelerde yaşayan
insanların, anavatanlarına destek amacıyla oluşturdukları birlik, örgüt,
vakıf gibi kuruluşların birleşerek yaptıkları çalışmaları anlatan bir
terimdir. Avrupa’da ve ABD’de en kuvvetli lobi guruplarından biri
Ermenilere aittir ve “Ermeni Diasporası” adı ile tanınır. Bunlar güya
Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden toplanarak tehcire (sözde soykırıma)
tabi tutulan Ermenilerin torunları olduklarını iddia ederler. Bunların
iddialarına göre, tehcire tabi tutulan tüm Ermeniler öldürülmüştür, ama
nasıl oluyorsa torunlar yaşamaktadır. Diasporanın elinde Batı menşeli
büyük bir sermaye, etkili nüfuz ajanları vardır ve tüm dünyada faaliyet
göstermektedir. Sermayelerini esas olarak aldattıkları Batılı
insanlardan ve devletlerden; “Zavallı Hıristiyanlara yardım ediniz” adı
altında dilenerek elde etmekte, zavallı Hıristiyanlara göndermek üzere
topladıkları paralarla teröristleri finanse etmektedirler. Hatta bu
paralarla oluşturdukları büyük ticari kuruluşlar bile vardır. Bir elleri
yağda, öbür elleri balda yaşarlar ve Ermenistan’da açlık sınırının
altında yaşayan zavallı Hıristiyanlar için topladıkları paraları pis
emelleri ve kendileri uğruna harcarlar. Ermeni sorunu önündeki en büyük
engel, hatta Ermenistan devletinden bile büyük engel bunlardır.
Ermenistan devletini yönlendirdikleri gibi, terörist kuruluşları da
finanse ederler ve kendilerine karşı yayın yapan herkesi tehdit ederler,
hatta öldürtürler. Samuel A. Weems, kitabında terör çetelerinin hedefi
haline getirilen ABD’lileri açık olarak yazmıştır.
“Pek çok ABD’li araştırmacı
Ermenistan hakkında araştırma yapmış ve kendi görüşlerini yazmışlardır.
Bunların büyük kısmı da Ermeni terör kampanyasının hedefi haline
gelmiştir. Terörist saldırılara maruz kalan bu kişilerden bir kaçını
hatırlatalım;
Profesör Stanford Shaw (UCLA): Ermeniler bu şahsın evini bombalamış ve çeşitli yollarla korkutup yıldırmaya çalışmışlardır.
Profesör Heath Lowery
(Princeton Üniversitesi): Üniversitenin Yakındoğu çalışmaları
programının yöneticisi iken aleyhinde sürdürülen nefret ve karalama
kampanyası nedeniyle görevini bırakmak zorunda kalmıştır.
Profesör Justin Mc Carthy
(Louisville Üniversitesi): Görevinden uzaklaştırılması için kişiliğine
yönelik her türlü iğrenç saldıraya maruz kalmıştır.
…ABD Ermeni topluluğunun
bana yönelik nefret kampanyası nedeniyle, bana kişisel olarak saldıran
binden fazla mesaj aldım. Bunların yirmi üçü ölüm tehdidiydi.” (Samuel
A. Weems, Ermenistan Terörist Hıristiyan Devletin Sırları, s. 43-44,
İleri Yayınları, İstanbul, 2006)
Bilhassa ABD ve Fransa’da
konumlanmış bulunan Ermeni diasporası, Türkiye’ye Ermeni soykırımını
tanıması, tazminat ve toprak vermesi ve dünya devletlerinin baskı
yapmasını sağlamak için çalışmakta, ASALA gibi terör örgütlerini maddi
ve manevi olarak desteklemektedir. Esas mücadele edilmesi gereken Ermeni
devleti değil bu diasporadır. Çünkü Ermeni devletinin tüm politikaları
bu diaspora ve Ermeni Kilisesi tarafından hazırlanmaktadır. Ermeni
Kilisesi devletin içindedir ve bu yüzden Ermenistan bir kilise
devletidir. Ermeni Kilisesi’nin, kendi toprakları üzerinde, Hıristiyan
dahi olsa, kendi mezhepleri dışında hiçbir mezhebin yaşamasına tahammülü
yoktur. O toprakların asli sahibi olan Azerbaycan Türkleri, Müslüman ve
Türk oldukları için yüz yıl içinde yok edilmiş ya da zorunlu göçe tabi
tutulmuştur. Bu suretle Ermenistan, dünyada örneği olmayan bir homojen,
tek ırk, tek din ve mezhebin ülkesi haline getirilmiştir.
Ecmiadzin Kilisesi olarak bilinen
bu kilise, Müslüman Türk’ün en büyük düşmanıdır. Bir din adına, yani
iyi ahlak ve insan sevgisi üzerine kurulması gereken dini felsefeyi,
Türk ve Müslümanların düşmanlıkları üzerine oturtan Kilise, bugüne kadar
tehcir dahil ölen Türk ve Ermenilerin katilidir. Bütün ölümlerden
sorumlu olanlar, Kilise ve onun destekçisi diasporadır. Bu iki varlık
gerçekte sadece Türk ve Müslümanların değil, insanlığın en büyük
düşmanıdır. Emellerine hizmet etmek istemeyen kim olursa olsun, acımadan
ölüm emrini verenler bunlardır. Zamanının Hınçak ve Taşnak terör
örgütlerini ve son dönemin en acımasız örgütü ASALA’yı kurdurtan ve
yönlendirenler bu iki kurumdur. Bu yüzden bu iki kurumu iyi tanımak ve
mücadeleyi bu esaslara göre kurmak zorunludur. Yoksa başarı şansı,
bugünkü mücadele şeklinde olduğu gibi sonuçsuz kalmaya mahkumdur.
|
ASALA terör örgütü
Ermenistan’ın özgürlüğü ve
bağımsız sosyalist Ermenistan kurulması için gizli Ermeni ordusu
anlamına gelen, İngilizce “Armenian Secret Army the Liberation of
Armenia” sözcüklerinin kısaltılmış şekli olan ASALA, son zamanların en
acımasız terör örgütlerinden biridir. Örgüt hakkında şimdiye kadar elde
edilen bilgiler, örgütün tam olarak yapısını açığa çıkarmamakta, fakat
eylemleri ve yayınladıkları bildiriler bu yapı hakkında biraz da olsa
aydınlatıcı olmaktadır.
ASALA terör örgütü, 20 Ocak 1975
tarihinde Lübnan’daki iç savaş sırasında Filistinlilerin de yardımı ile
Agop Agopyan ve Agop Tarakçıyan tarafından kurulmuştur. Örgütün
liderliğini öldürülünceye kadar Agop Agopyan yapmıştır. Vasken
Sakasesliyan ve Mihran Mihranyan adını da taşıyan Agop Agopyan 1988
yılında Atina’daki evinde maskeli iki kişi tarafından öldürülmüştür.
Yabancı basın organlarına yansıdığı kadar bu ölümden MİT sorumlu
tutulmuş ve Abdullah Çatlı ile arkadaşlarının bu eylemi
gerçekleştirdikleri yazılmıştır. Bunun ne kadar doğru olduğu
bilinmemektedir. Çünkü Agop Agopyan’ın o sıralarda bölünmekte olan
örgütte iç hesaplaşma sonucunda öldürülmüş olabileceği üzerinde de
durulmaktadır.
Örgüt, adını ilk defa 1975 yılı
Ocak ayı sonlarında “Dünya Kiliseler Birliği” bürosuna yaptığı saldırı
ile duyurmuş ve daha sonra Türkiye Cumhuriyeti büyükelçilikleri
mensuplarına saldırılar düzenlemiştir. Avrupa’daki merkezi Paris’te olan
ASALA’nın amacının sözde soykırımı Türkiye’ye silahlı eylem yaparak
tanıtmak, tazminat almak ve işgal altında olduğunu söyledikleri
toprakların kendilerine iadesini sağlamak olduğu söylenebilir. Örgüt
1973 yılından 1982 yılına kadar on sekiz öldürme, dokuz öldürmeye
teşebbüs, yüz kırk üçü bombalama olmak üzere yüz yetmiş eylem
gerçekleştirdi. Bu eylemlerin en büyükleri şunlardır:
- Ankara Esenboğa Havalimanı’nın
bekleme salonunda yolcuların üzerine bomba atılması ve otomatik
silahlarla taranması eylemi (7 Ağustos 1982, dokuz kişi öldü, yetmiş
sekiz kişi yaralandı),
- İstanbul Kapalıçarşı bombalama eylemi (16 Haziran 1983, üç kişi öldü, yirmi bir kişi yaralandı),
- Paris Orly Havalimanı Türk Hava
Yolları gişesi karşısındaki patlama eylemi (15 Temmuz 1983, sekiz kişi
öldü, altı kişi yaralandı),
- Türkiye’nin Viyana’daki
büyükelçiliğine ait otomobilin bomba atılarak patlatıması (20 Haziran
1984, bir kişi öldü, beş kişi yaralandı).
28 Ağustos 1982 günü Kanada
Askeri Ataşesi Kurmay Albay Atilla Altıkat’a yapılan suikast üzerine
harekete geçen Cumhurbaşkanlığı, ASALA’ya karşı aktif mücadele kararı
aldı. Başbakanlığın talimatı ile Türk istihbarat birimleri Paris ve
Atina’da yirmiye yakın eylem gerçekleştirdiler. Başta Agop Agopyan olmak
üzere birçok Ermeni terörist ve bu teröristlere yardım ve yataklık
yapan bazı Ermeniler etkisiz hale getirildiler.
Türk istihbarat birimlerinin
çalışmaları sonucu Avrupa’da büyük bir darbe yiyen örgüt kısa bir müddet
sonra iç hesaplaşmalar yaşamış, bölünmüş ve eylem yapamayacak kadar
küçülmüştür. Bu arada PKK ile işbirliği yapmış, PKK’ın en yakın
destekçisi olmuştur. 1988 yılından itibaren ASALA’nın adı anılmaz olmuş
ve örgüt kendi kendini feshederek yeni bir yapılanmaya gitmiştir.
Bölündükten sonra küçük gruplar halinde faaliyet gösteren örgüt zamanla
yok olup gitmiştir. ABD’de, Avrupa’da ve Kanada’da öldürülen Türk
diplomatlarının katili olan örgüt elemanlarının büyük çoğunluğu Türk
istihbarat birimlerince gerektiği şekilde cezalandırılmışlardır.
Ermenistan
1991 yılında Sovyetler
Birliği’nin tarihe karışması sonucu bağımsız olan Ermenistan, daha
önceleri SSCB’ye bağlı uydu bir cumhuriyetti. Bağımsızlığını kazandıktan
sonra, Kilise ile birlikte hazırlanan anayasasında “soykırımın
tanınması, tazminat ve toprak alınması” maddelerine yer vererek tarihi
Türk düşmanlıklarını anayasa maddesi haline getirmiştir.
Ermenistan daha Sovyetler Birliği
dağılırken (1988) Azerbaycan’a fiili saldırı başlatmış ve Azerbaycan’ın
topraklarının yüzde yirmisini işgal etmiştir. Bugünkü Karabağ sorunu,
bu işgalin sonucudur. Bugünkü Ermenistan Kilise devleti halindedir.
Kilise ve devlet iç içedir. Kilise ve devlet Azerbaycan Türklerine etnik
temizlik uygulamıştır. Kilise ve devlet Azerbaycan’ın topraklarının
yüzde yirmisini işgal etmiş, binlerce insan öldürmüş, bir milyondan
fazla Azerbaycan Türk’ünü yerinden yurdundan ederek zorunlu göçe tabi
tutmuştur.
Bugünkü Ermenistan’da diğer
Hıristiyan topluluklarının bile serbestçe ibadet etmeleri mümkün
değildir. Türklere ve başka etnik yapılara hayat hakkı yoktur. Bu yüzden
bugünkü Ermenistan homojen (tek etnik köken ve tek din ve mezhep) bir
ülkedir. Ve Hıristiyan terörist bir devlettir. Bu devletle ilişki
kurmak; onun işgalini meşrulaştırmak, terörist eylemlerini desteklemek
ve ona yardım etmek anlamını taşır. Bu bir insanlık suçudur ve bu ülke
ile ilişki kuran ülkelerin tarihi sorumluluğu vardır.
Daha birkaç gün önce Erivan’da
yapılan ve televizyonların yayınladığı 24 Nisan’ı anma toplantısında
yere serilen Türk bayrağı üzerinden devlet yetkilileri bile geçmiş,
Türkiye ve Azerbaycan bayrakları sokak ortalarında yakılmıştır. Bu adi
eylemlere Ermenistan hükümeti seyirci kalmış, hatta iştirak etmiş ve
desteklemiştir. Böyle bir devletle kurulacak ilişkinin ne getireceği ve
ne götüreceği iyi hesap edilmelidir.
Ermenistan terörist Hıristiyan
bir devlettir. Bir Kilise devletidir. İşgalcidir, komşularının
topraklarında gözü vardır. Azerbaycan topraklarının yüzde yirmisini hâlâ
işgal altında tutmaktadır. Ülkenin içinde hiçbir ayrı etnik yapıya ve
dinsel örgütlenmeye izin vermemektedir. Kilise polisi olan tek
devlettir.
Türk
hükümetlerinin
soruna bakışı
Türk hükümetleri 1948 yılından itibaren “1915
yılında Ermeni katliamı-soykırımı yapılmıştır. Bunun sorumlusu Osmanlı
Devleti ve onun mirasçısı olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir” diyerek
ortaya çıkan Ermeni diasporasını önceleri hiç umursamamış, sanki
suçlanan bir başkası gibi tavır almıştır. 1973 yılında ABD’de iki Türk
diplomatı yetmiş yaşını aşmış bir Ermeni tarafından öldürülünce işin
ciddiyetini ilk defa fark etmiştir. 1948 yılından o güne kadar geçen
zamanda Ermeniler çalışmalarını sürdürmüşler, çeşitli ülkelerde
yaptıkları yoğun propaganda çalışmaları ile o ülke halklarını Türkiye
aleyhine çevirmişler ve Türkiye’yi suçlu sandalyesine oturtmuşlardır.
1973 yılından sonra biraz
kıpırdanan Türk hükümetleri bilim adamları görevlendirmiş ve Türklerin
soykırım yapmadığını belgelerle ispat etme gereği üzerinde çalışmalar
başlatmışlardır. Bu tarih, Türkiye hükümetlerinin bu sorundaki ana
politikasının belirlenmesine de neden olmuştur. Bu politikayı sadece bir
sözcük ile ifade etmek mümkündür: Savunma! Yani politikanın esası;
“Ermeniler 1915 yılında bizim kendilerine soykırım yaptığımızı iddia
ediyorlar, biz de belgeleri konuşturarak yapmadığımızı göstermeliyiz”
şeklinde kurgulanmıştı. Otuz beş yıldır sürdürülen bu politikanın sonucu
orta yerdeki tablodur. Yirmi beşten fazla ülke parlamentosu Ermenilerin
iddialarını doğru kabul etmiş ve Türkiye’nin 1915 yılında Ermenilere
soykırım yaptığını kabul etmiştir. Bu iddiayı parlamentolarına getirecek
en az bir o kadar devlet daha vardır. İddia her yıl ABD Temsilciler
Meclisi’nde kabul edilmekte, ancak başkanların araya girmesi ile
Senato’ya kadar götürülmemektedir. Avrupa Birliği Parlamentosu bile
soykırım iddialarını kabul etmiş ve Türkiye’nin bunu tanımasını
istemiştir. Hatta katılım için bu iddianın kabulü bile istenir hale
gelmiştir.
Ermeni sorunu üzerinde otuz beş
yıldır sürdürülen politikanın en kötüsü beş yıldır AKP tarafından
yürütülmektedir. Son beş yıldır, AKP hükümetlerinin mal bulmuş mağribi
gibi sarıldıkları Avrupa Birliği masalı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne
ve Türk Milleti’ne onulmaz yaralar açmaktadır. Bunlardan biri de Ermeni
sorunudur. AKP hükümeti Ermeni sorununu en asgari düzeye indirmiş
durumdadır. AB’nin ve içimizdeki bazı liboşların gayret ve destekleri
ile neredeyse bu terörist devletle ilişki kurma noktasına gelinmiştir.
Hava sahası açılmış, Ermenistan uçaklarının Türk toprakları üzerinden
uçmasına ve İstanbul, Ankara Havalimanlarına inmesine izin verilmiştir.
Şimdi sıra kara sınırının açılmasındadır. Eğer Azerbaycan ortada
olmasaydı, bu sınır da kesinlikle şu anda açılmış olurdu. Kendilerinin
Türk olduğunu söyleyemeyen ve Türklükle ilgili bir kaygı taşımayanların
uygulayacakları Ermeni politikasının bundan iyi olmasını beklemek
safdillik olur. 24 Nisan günü bütün dünyanın önünde ayaklar altında
çiğnenen ve yakılan Türk bayrağına sahip bile çıkılmamıştır. Bu iğrenç
tabloyu seyredenlerden biri olan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül; “Biz böyle
şey yapmayız” demekten başka bir şey yapmamıştır. Cumhurbaşkanı böyle
hareket edince hükümet de sesini çıkarmamış ve hiçbir şey olmamış gibi
hareket etmiştir. İçeride “Türklüğe hakareti” suç kapsamından çıkarmaya
uğraşanların, dışarıda yapılan bu iğrenç hakareti içlerine sindirmeleri
ve sessiz kalmaları gayet doğaldır. Çünkü bunların Türklükle ilgili bir
kaygıları yoktur.
Açıklamaya çalıştıklarımızdan
çıkan sonuç şudur: Türk hükümetlerinin Ermeni politikası iflas etmiştir.
Bu, politika bile değildir. Sadece savunma yapmayı ve başkaları
isteyince ödün vermeyi politika zannedenlerin vardıkları sonuç,
hüsrandan başka bir şey değildir.
Sonuç: Yeni politika
TÜRKSOLU olarak bu politikanın
değişmesi gerektiğini üç yıldır sütunlarımızda yazıp duruyoruz. Bu
politika, yani savunma politikası terk edilmeli ve en iyi savunma
hücumdur denilerek saldırıya geçilmelidir. Saldırı Ermenilerin silahları
ile yapılmalıdır. “Soykırımı Türkler değil Ermeniler yapmıştır”
politikanın ana hedefi olmalıdır. Rusya, Azerbaycan ve Türkiye arşivleri
isteyenlerin kullanabileceği binlerce belge ile doludur. Bu belgelerden
yararlanarak, soykırımı Ermenilerin yaptıkları hakkında ileri sürülen
tez kolaylıkla ispatlanır. Yeter ki hükümetler ve sivil toplum
kuruluşları işe ciddi olarak sarılsınlar.
Buradan bir kere daha hükümete
sesleniyoruz: Uyguladığınız Ermeni politikası yanlıştır. Savunmayı
bırakıp hücuma geçmek gerekir. Hedef, soykırımı Ermenilerin yaptığını
ispatlamaktır. Herkese anlayacağı dille hitap etmek zorunda olduğumuz
gerçeği iyi bilinmelidir. 1982-1985 yılları arasında ASALA’ya anlayacağı
dille hitap edilmiş ve bütün çete mensupları teker teker ortadan
kaldırılmıştır. ASALA’nın yok edilmesi büyük bir başarı ve büyük bir
olaydır. Böyle başarıların olabilmesi bugünkü politikaların terk
edilmesine bağlıdır.
Ermeni politikasının oluşturulmasında
Azerbaycan ile siyasi, ekonomik ve bilimsel işbirliği ve ortak
çalışmalar yapılmalı, el ele bu sorunun üzerine gidilmelidir. Şurası
kesin olarak anlaşılmalıdır ki, Ermeni sorunu sadece Türkiye Türklerinin
ya da Azerbaycan Türklerinin sorunu değildir. Bu sorun dünya
Türklerinin sorunudur. Olaya bu gözle ya da bu açıdan baktığınız zaman,
işi yarı yarıya halletmiş olursunuz. Ortak çalışmalar kolayca yapılır,
arşivler didik didik edilir ve tüm dünyada lobi işleri rahatça
yürütülür. Bunun sonucunda da beklenen sonuç kendiliğinden gelir.
0 commentaires:
Post a Comment