Abdullah Çatlı
Abdullah Çatlı
1956 yılının Nisan ayında Nevşehir’de, Ahmet ve Remziye
Çatlı çiftinin üç kız çocuğunun ardından dördüncü çocuğu olan dünyaya
gelen Abdullah Çatlı, Türkiye Cumhuriyeti’nin karanlıkta kalmış derin
siyasi tarihinin hiç kuşkusuz en önemli isimlerinden biri ve
milliyetçi-mukaddesatçı kesimler için büyük bir kahramandır. Çatlı’nın
hikâyesi aslında Amerika Birleşik Devletleri ve kapitalist Batı bloğunun
Soğuk Savaş yıllarında komünizme karşı geliştirdikleri kirli mücadele
stratejisinin ortaya çıkması ve kurumsallaşmasına ve 27 Mayıs ihtilali
sonrası yurt dışına sürgüne gönderilmiş olsa da, iki yol sonra yurda
dönerek aşırı milliyetçi fikirlerini Milliyetçi Hareket Partisi ile
siyasete sokan Alparslan Türkeş’in siyasal arenada yükselişine paralel
olarak gelişmiştir. Şimdi Çatlı’yı daha yakından tanıyalım.
Soyadları Nevşehir’deki Çat köyünden gelen Çatlı ailesi, Demokrat Parti sempatizanı orta gelirli gelenekçi bir Anadolu ailesiydi. İlk, orta ve lise öğrenimini Nevşehir’de tamamlayan Abdullah Çatlı, henüz çocukluğundan başlayarak lider kişiliği, karizması ve cesaretiyle çevresinde dikkat çekiyordu. Çatlı’nın Türkçülüğünün yanında fazla bilinmeyen bir yönü de İslamcılığıdır. Küçük yaşlarda Kuran kurslarına devam eden Çatlı, aynı zamanda bir şıh olan dedesinden de din dersleri almıştır (Yalçın, sayfa 27). Çatlı’nın ülkücü olması lisede güreş takımına girmesiyle gerçekleşti. Güreş takımının dindar, milliyetçi hocaları öğrencilerine anti-komünist fikirleri empoze etmekte sakınca görmüyor ve hatta onları Ülkü Ocağı’na götürüyorlardı. O zamana kadar gelenekçi ve dindar olmasına karşın herhangi bir siyasi eğilimi bulunmayan Çatlı, hocalarının da etkisiyle lisede aktif bir ülkücü haline gelmiş ve Ankara’dan gelen üniversiteli solcu öğrencilerin Nevşehir’deki köylüleri örgütleyerek gerçekleştirdikleri üzüm mitinginde ilk defa komünistlerin neye benzediklerini görmüştür (Yalçın, sayfa 33). Ülkü Ocağı’na aidatını eksiksiz ödeyen genç Çatlı, 68 kuşağına karşı olarak devlet eliyle desteklenen ve yükselen İslamcı ve Türkçü grupların eylem ve hareketlerini büyük bir sevinçle karşılıyor, 12 Mart rejimine de destek veriyordu. 17 yaşında liseyi bitirir bitirmez uzun yıllardır âşık olduğu komşu kızı Meral Aydoğan’la (Meral Çatlı) 1973’te evlenen Çatlı, 1974 yılında Ankara İktisadi ve Ticari Bilimler Akademisi’ne girdi. Beş aylık hamile eşini ailesinin yanında bırakan Çatlı, büyük bir heyecanla Ankara’ya üniversiteye doğru yola çıktı.
Ankara’daki ülkücü hareketin içine giren ve karizmatik yapısıyla kendini hemen sevdiren Çatlı’nın 1975 yılında ilk kızı Gökçen dünyaya geldi[1]. Henüz ilk yılında okul başkanlığına yükselen Çatlı, o dönemde arkadaşları gibi şık takım elbiseler giyiyor ve kot pantolonu tercih etmiyordu. Üçüncü sınıfta yurttan Cebeci semtinde bir eve taşınan ve ailesini de yanına getiren Çatlı, komünist ve sosyalist öğrenci grupları ve sendikal hareketlerin yükselişi üzerine genel merkezden gelen uyarının etkisiyle aktif mücadeleye başladı. Eski MHP’li Ali Yurtaslan’ın iddiasına göre Çatlı ilk olarak 1977’de solcu kahvelerini tarama timi oluşturmuş azılı ve aktif bir ülkücüydü (Eymür, sayfa 30). Çatlı henüz 21 yaşında 1977’de Ülkü Ocakları Ankara şubesi başkanı olmuş ve hatta Alparslan Türkeş’le ortak toplantılara katılmıştır (Yalçın, sayfa 52). Çatlı 25 Mayıs 1978’te de Ülkücü Gençlik Derneği genel başkan yardımcılığına seçildi. O dönemde Ülkücü Gençlik Derneği genel başkanı da tanıdığımız bir isim olan Muhsin Yazıcıoğlu’dur. Arkadaşlarına göre Çatlı’nın bu hızlı yükselişinin nedeni teşkilatçı ve gözü kara olmasıdır (Yalçın, sayfa 57). Ali Yurtaslan da Çatlı’nın 1977 yılından başlayarak ülkücü militanlara silah ve “TNT” sağladığını ve Bahçelievler-Emek bölgesinde hareket için faydalı bir kaç cinayet işlediğini ifade etmiştir (Eymür, sayfa 30). Yine o dönemde bazı sahte kimlik ve hapishaneden adam kaçırma olaylarına Çatlı’nın adı karışmıştır. Çatlı’nın o dönemde Washington Post gazetesi muhabirine röportaj vermesi de oldukça enteresandır. Çatlı bu röportajda “22 yaşında böyle bir teşkilatı nasıl yönettiği” sorusuna “Fatih Sultan Mehmet de İstanbul’u fethettiğinde benimle aynı yaştaydı” cevabını vermiştir. Yine bir rivayete göre Alman aşırı milliyetçileri o dönemde teşkilatlanmadaki başarısı nedeniyle genç Çatlı’ya akıl danışmış, ondan tavsiye almışlardır (Yalçın, sayfa 60).
Eylemlerini hızla sürdüren Çatlı’nın 16 Mart 1978‘de 7 kişinin katledildiği İstanbul Üniversitesi olaylarında kullanılan bombaları sağladığı da ileri sürülmüştür. Çatlı 25 Ağustos 1978’de Sakarya’da Nevzat Bor cinayeti ve Balgat katliamı sanıklarından Mustafa Pehlivanoğlu ile beraber yakalanmış ancak garip bir şekilde yakalandığı gün serbest bırakılmıştır. Mustafa Pehlivanoğlu daha sonraları -idam edilmeden hemen önce- Balgat katliamını Çatlı’nın direktifleri doğrultusunda gerçekleştirdiklerini itiraf etmiştir (Yalçın, sayfa 67). Çatlı’nın ülkücü camiadaki esas şöhreti ise 9 Ekim 1978’de Ankara ili Bahçelievler semtindeki 7 Türkiye İşçi Partili üniversiteli gencin katledilmesi (Bahçelievler katliamı) olayının planlayıcısı ve baş sorumlusu olmasından ileri gelmektedir. Haluk Kırcı’nın da dâhil olduğu bu vahşi katliamı planlayan ve yöneten Çatlı, hakkında tutuklama kararı çıkmasına karşın bir türlü yakalanamıyor ve eylemlerine devam ediyordu. Sağmalcılar Cezaevi’nde gerçekleşen toplu firar, Bedrettin Cömert‘in öldürülmesi gibi olaylara o dönemde Çatlı’nın ismi karışmıştır. 1979 yılında İstanbul’a taşınan ve Hasan Kurtoğlu kimliğini kullanan Çatlı eylemlerine ara vermiyordu. Mesela 1979 yılı Şubat ayında Abdi İpekçi’yi öldüren Mehmet Ali Ağca’nın cebinden Çatlı’nın sahte kimliği olan Mehmet Özbay yazılı bir kağıt çıkıyordu (Eymür, sayfa 31). Ayrıca İstanbul’da birçok soyguna da ismi karışan Çatlı, Uğur Mumcu’nun ortaya çıkardığı şekilde (Papa-Mafya-Ağca) Mehmet Ali Ağca’ya Papa suikastı öncesi yurtdışına kaçması için Faruk Özgün adına düzenlenmiş sahte pasaportu da Oral Çelik ile birlikte sağlamıştır (Eymür, sayfa 31). Soner Yalçın‘ın iddiasına göre Çatlı’nın mafyayla ilk tanışması da 12 Eylül öncesi olmuş ve Çatlı iki yakın arkadaşı Gabriel Aktürk ve Ökkeş Çokuçkun aracılığıyla ülkücülere silah sağlayan ülkücü mafya babaları Abuzer Uğurlu ve Oflu İsmail’le arkadaşlık kurmuştur (Yalçın, sayfa 87).
Nevşehir Emniyeti’nden sağladığı pasaport ile 12 Eylül’ü izleyen aylarda yurt dışına çıkan Çatlı, bir süre Bulgaristan ve Avusturya’da bulunmuştur. Bu dönemde ülkücülerin verdikleri ifadelerde Çatlı’yı suçlayan sözler kullanmaları Çatlı’nın ülkücü camiadan koptuğu ve başka güçlerin kontrolüne girdiği yönünde yorumlanabilir. Çatlı’nın yurtdışında Mehmet Şener ve Oral Çelik ile irtibat halinde olduğu ve Papa suikastını planladığı da iddia edilmektedir. Ayrıca bu dönemde ekonomik sıkıntı içerisindeki Çatlı, Şener ve Çelik ile birlikte uyuşturucu kaçakçılığına başlamış, 22 Şubat 1982’de ise Mehmet Şener ile birlikte Zürih’te gözaltına alınmış ancak daha sonra serbest bırakılmıştır. Çatlı’nın üzerinden Mehmet Saral adına düzenlenmiş bir pasaport çıkmıştır. 9 Eylül 1982’de İtalyan kökenli kontra lideri Stafane Deele Chiaie ile birlikte Amerika’da yapılan Dünya Anti-Komünistler Birliği toplantısına katıldığı iddia edilen Çatlı’nın (Eymür, sayfa 43) adı daha sonraları ASALA operasyonlarında, Azerbaycan’daki darbe girişiminde, Tarık Ümit‘in kaçırılmasında ve Karabağ savaşında da geçmiş ancak bu yönde somut bir kanıt bulunamamıştır. Yine Oral Çelik’in Susurluk Komisyonu’na verdiği ifadede, Çatlı’nın Mesut Yılmaz‘la temas halinde olduğu ve onun Ankara’da bir kumarhaneye olan borcunu sildirmek için aracı olduğu söylenmiştir. Çatlı’nın MİT ile ilişkiye girdiği bilinse de, onun herhangi bir operasyonda görev aldığı savları iddia düzeyinde kalmaktadır. İsviçre’de uyuşturucu kaçakçılığı suçundan tutuklandıktan sonra delil yetersizliğinden bırakılan Çatlı, 1984’te Fransa’da yakalanmış, 4,5 yıl hapis cezasına çarptırılmış ve 1988 sonuna kadar cezaevinde kalmıştır (Eymür, sayfa 34). Fransa’da bulunduğu sürede Çatlı Papa suikastı davasında tanık olarak ifade de vermiştir. Fransa’daki cezası sonrası İsviçre’ye gönderilen ve burada da hapishaneye giren Çatlı, 21 Mart 1990’da İsviçre’deki Zug cezaevinden firar etmiş ve 9 Mayıs 1990’da Türkiye’ye dönmüştür (Eymür, sayfa 34). Çatlı’nın 1991 ANAP kongresinde Yıldırım Akbulut lehine kulis faaliyetleri yürüttüğü Haluk Kırcı ve Mehmet Gül‘ün ifadeleriyle ortaya çıkmıştır. 1993’te Şahin Ekli adına düzenlenmiş pasaport ile gözaltına alınan Çatlı, yine hemen serbest bırakılmıştır. 1994 yılında Çatlı’ya yalnızca üst düzey devlet memurlarının kullanabildiği yeşil pasaport ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nden çıkan bir izinle silah taşıma ruhsatı verilmiştir (Eymür, sayfa 35).
Türkiye’de Mehmet Özbay sahte kimliğini kullanan Çatlı, İstanbul’da 6 şirkete ortak olmuş ve ticaret hayatına da atılmıştır. Refahyol hükümeti süresince PKK’ya yardımda bulunduğu iddia edilen iş adamlarına yönelik suikastlarda görev aldığı ve kumarhaneler kralı olarak bilinen Kürt işadamı Ömer Lütfi Topal’ı öldürttüğü iddiaları ise devlet belgelerinde dahi yer alan güçlü savlardır. Gerçekten de Topal cinayetinde kullanılan silahta Çatlı’nın parmak izine rastlanmıştır (Eymür, sayfa 36). Aydınlık’ın iddialarına göre ise Çatlı, Ahmet Cem Ersever ve Eşref Bitlis cinayetlerinde de rol oynamıştır. Özellikle Uğur Mumcu’nun üzerinde durduğu bu konu, daha sonra Uğur Mumcu’nun öldürülmesi üzerine Çatlı ve üyesi olduğu iddia edilen Amerika merkezli gizli NATO yapılanması olduğu iddia edilen Gladio’yu büyük bir zan altında bırakmıştır. Çatlı’nın yalnızca MİT, ülkücü mafya ve MHP ile açıklanamayacak bağlantılarının bulunduğu zaten bilinen bir gerçektir. İsviçre’deki cezaevinden kaçırılması hakkında konuşan devlet görevlisi İsmail Özdağlar, CİA’in Çatlı ve Çelik’e İsviçre’de yardım ettiğini bildiğini açıklamıştır (Eymür, sayfa 42). Çatlı ve Mehmet Ağar gibi isimlerin P2 Mason Locası dâhilinde kurulan Gladio ya da Süper-Nato isimli anti-komünist paramiliter örgütün üst düzey mensupları olduğu iddiaları bir çok yerde dile getirilmiştir. Erol Mütercimler de şimdilerde yeniden gündeme gelen ve Ergenekon ismiyle bilinen CİA-Pentagon güdümündeki Amerikancı bir yapılanmada Çatlı’nın görev aldığını ifade etmiştir (Eymür, sayfa 44). NATO’ya bağlı ülkelerde Gladio çatısı altında çeşitli kontrgerilla örgütlenmelerinin yapıldığı İtalyan savcı Felice Casson’un çalışmaları sayesinde 1990 yılında ispatlanmıştır (Yalçın, sayfa 158). Bu araştırmada devletten bağımsız şekilde siyaset, askeri, emniyet, medya ve akademik çevrelerden bazı insanların satın alınarak anti-komünist mücadelede ABD lehine çalıştığı ve bu örgütlenmenin tüm NATO ülkelerinde benzer bir şekilde yapıldığı ortaya çıkmıştır.
Abdullah Çatlı tüm soru işaretleriyle birlikte 3 Kasım 1996’da Balıkesir’in Susurluk ilçesi yakınlarında geçirdiği trafik kazasında (Susurluk kazası) ölmüştür. Sevenlerinin gözünde büyük bir kahraman olan Çatlı, aslında Soğuk Savaş yıllarındaki anti-komünist mücadele çılgınlığının yanlış yollara sürüklediği milliyetçi-muhafazakâr bir Anadolu gencidir. Bu yıllarda kendilerini ve başkalarını heba eden solda ve sağdaki birçok idealist genç gibi Çatlı da devleti komünizm tehdidinden koruduğu düşüncesiyle birçok kişinin ölümüne neden olmuştur. Girdiği bu karanlık ve illegal yol nedeniyle Çatlı’nın 12 Eylül sonrası hayatı da mafya dünyası çerçevesinde gelişmiştir. Bugün ülkemizde derin devleti açığa çıkardığı iddia edilen çeşitli yasal soruşturmalarda Çatlı ve çevresine yönelik hiçbir araştırmanın yapılmaması oldukça ilginç bir durumdur.
0 commentaires:
Post a Comment